2 Ocak 2010 Cumartesi

Nas


zaman, çekiyorum adımlarımı istilacı bakışlarından...
Sevdiğim,
Sen geldin diye koşuyordum bunca yalnızlığı.
Bunca silueti, sen gittin diye eziyorum şimdi kafatasımda.
Terke mahkûm edilmiş bir kenttir yüreğim.

Yüreğim, büyümeli şimdi yalnızlığın kara panjurlu damında.
Belirginleşiyor kendimi yorduğum sabah bulantıları.
Birden anımsıyorum.
Ve adına "Nas" diyorum unutmayı cedellediklerine.
Kurşuna diziyorlar içimin sevimli ortaoyuncularını.
Şakağımda ellerim dolanıyor,
Söküp alamıyorum beynimin raflarına dizdiğim safran taçlarını.
Hiçbir güç yetiştiremez yüreğinin yangınına düşenlere sağanak "kova"lamayı.
Kova kova varır insan,
Kovula kovula koyulur bilmediği ruh katliamlarına.
Acı nerde olsa bulunur,
Şarapnel nerde kalsan saplanır şurama...
"Nas" diyorum,
Kemirgenleşiyor usturasını boğazımda gezdiren, baykuş duruşlu karanlık.

Seyrüsefer bir bulvar karmaşası dizeleniyor koltukların usançlarına.
Oflayan yüzleri siliyorum bir bebeğin elleriyle.
"Bırakma" diyorum,
"Bırakma sakın benim yüzsüzlüğümü de..."
Yırtmacı daralıyor sokakların, içimde bir tenhalık.
Bilmediğim yerlerime sapıyorum,
Sapıyorum,
Sen olmayan hiçbir yere çıkmıyor dargınlıklarım.
Saçına yıllardır el değmemiş bir hasreti okşuyorum sonra, sadece gözlerinin karasını seçebildiğim bir boyacı tahtasının arkasında.
Aldırmasam, alınacak siğilleşen bakışları.
Gitmem gerek çocuk!
Bulama leşime ellerinin karasını...

Haberim yoktu ısırganlar sarmış yüreğine dokunmadan önce yaşamaktan.
Yaşamak, her yanımı kızıllıyor şimdi aslında dokunamamış olduğumu ayrımsamaktan.
Yüzümde kızarıyor üstelik kendime bakınca balçık kokmuş sularda.
Isırıyor üşengeç hayallerim,
"Nas"ı unutamamaktan argın yanlarımı.
İçimde bir kent can çekişiyor.
Sabahını bulamadığım, gecesini unutmadığım,
İnce sızıların kirlettiği siren seslerinden firar,
Bir kent can çekişiyor içimde.
Sen farkındasın.
Ve sen farkındasın yanıma yaklaşan ölümün...

Meşakkatli ergenlikler devşiriyorum milimetrelerin koynunda.
Hesaplarımın ışık hızı boğuyor vicdanımı.
Adımlarımın biri sağ, öteki sol dese de,
Ben "sen" diyorum.
Ve kıvrılıp uzanıyorum bir düş âleminin semeresine.
Çabuk uyandırıyorlar.
İdamı yaklaşan biriymiş kent, ben ve soytarıları bu curcunanın.
Septik merhemler sürüyorlar düşüncelerime.
"Nas" diyorum,
Kusuyor celladın cüretine suskunluğum.
Önce kentten başlanıyor kıyıma.
Zaten lüzumsuz duruyor ötekiler yanında.
Yaklaşırken,
Yalınayaklarıyla bir eylül geçiyor ipimden.
İki damla ölüyor önce, cesetleri henüz sıcak koynumda.
Son arzum, "nas" ölsün ben yaşayayımdı aslında.
Olamazdı.
Yargıları kesin olmasa, "nas" konmazdı adı.

Şimdi,
Kent ve soytarılar can çekişiyor gözlerimin irisinde.
Kimse sesini çıkarmasın.
Ölürüm ben kendimle.
Çatışmaları durdurulmuş bir şehrin gecesinde,
Işıkların arkasına sığınan gözbebeklerinde
Ve uyruğu belirlenememiş hislerin gizinde,
Kendimi bir kibrit çöpüne asıyorum...

Nas!
Ömrümün yabanıl sevdasını sana kurban etmiyorum.
Müebbet yığınaklarda bere budak perçinlesem de bu yarayı,
Onu senden çok sevmek için yaşıyorum.
Ve bu dünyadan,
Onu senden çok severek göçürüyorum yaşamayı...

Pas Bob

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.