16 Mayıs 2012 Çarşamba

Helin

Çok severek dinlediğim türkünün hikâyesini sizlerle paylaşmak istedim. Umarım Sibel Can ve Yusuf Hayaloğlu’nun güzel sesinden dinleyince sizlerde seversiniz.
“Uzun kuzguni saçları beline değerken, ceylan gözleri hayatın türkülerinin notalarıyla yaşama göz kırparken, aynalarda güzelliğini seyrediyordu uzun uzun Helin kız… O dağ rüzgarlarının serinlettiği yaylalardan koca kentin ortasına düşmüş bir kürt kızıydı…
Baba ve ağabeyin egemenliğini alabildiğine yürüttüğü ev içlerinde onun özenle kurduğu düşleri odalarda çoktan saltanatını sürdürüyordu… Alt kat komşuları Mehmet ağabeyin ayak sesleri duyulmaya görsün bir kez merdivenlerde. Helin kızın süpürgesi mutlak düşerdi bahçeye… Bir koşu merdivenlerdeki karşılaşama, siyah gözlerinde mahcup bir gülümseme, ama Mehmet ağabey sekiz yaşlık bir fazlalığın verdiği özgürlükle, başını okşardı öylesine “Merhaba Helin, ne o kız, nereye bu koşu böyle” dediğinde Helin kız, gül kızarması yanakları, göz altlarına indirdiği kirpikleriyle, usulca yanıtlardı Mehmet ağabeyini “süpürgem düştü de bahçeye..."
Saçlarına güller taktı Helin, aynalarda süslendi aylarca Mehmet ağabeyi için. Onu görsün diye herkesten saklayarak aşkını. Sonra tıpkı Türkan Şoray filmlerinde olduğu gibi bitti sonu, tıpkı o yılların Filiz Akın’lı filmlerindeki gibi… Evleniverdi Mehmet ağabeyi Helinin…Karalar bağladı, yas tuttu. Baba ve ağabeyin soluğunun bir kabus gibi çöktüğü evinde ağlayamadı bile Helin… Günlerce acılı türkülerle tütsüledi yüreğini, yaktığı ağıtlar annesini de ağlattı… Ama yaşadı acısını Helin, bir gelinciğin yaprak dökmesi gibi…
Baba dedi ki “bu kız on yedisine geldi evlendirelim” O günün Ankarası’nda önemli bir bürokratın yakışıklı oğlundan daha iyi bir kısmet can sağlığı. Bir aşk rüyası kadar güzeldi gelinliğinin içinde Helin… İncecik beli, fidan boyu, beyaz gelinliğinin üstünde uçuşan simsiyah saçarlıyla bir hayal gibi girdi düğün salonun içinden çıkıp yeni evine…
İlk gece damat salondaki masanın başına oturmuştur.. Masa da bir mum yanmaktadır.. Mumun altında bir fotoğraf… Gelini kolundan tutup fotoğrafın önüne çeker ”Bak der, bak işte bu benim sevdiğim, bu resme iyi bak”… Ve Helin kız ürkek bir ceylan gibi masaya fotoğrafın üstüne eğilir, dikkatlice bakar.. Eli yanağında yakışıklı bir delikanlıdır resimdeki… Ve tokatlar dolu taneleri gibi vurur yeni gelinin yüzüne… İlk gece, darmadağınık bir gelin… Artık ceylan gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaktadır. Yanaklarının acısına bastırır ellerini ve gökyüzünün mavisine fısıldar, der ki” Mehmet ağabey nerdesin…”
Bundan böyle Helin’in yaşamı şöyle sürer, sabahtan itibaren kitlendiği banyodan, eve dönen damat beyin kilidi açmasıyla çıkar… Ve Helin tutsak olduğu o banyoda tek eylemini koyar hayata ilişkin. Sabahtan akşama dek ellerini yıkar durmadan.. Yine de arınamayacağı kadar kirli hisseder kendini. Arada bir gelen annesinden yalnızca kilolarca sabun ister… Artık otuz sekiz kiloya düşmüştür. Ve damadın “Bunları anlatırsan seni öldürürüm” tehdidiyle hep susar Helin kız. Ve bir süre sonra erimiş, akmış, her şeyden iğrenen bir genç kız olarak akıl hastanesine annesinin kollarında yarı baygın götürülür. Hayır ona gösterilen yatağa yatamaz, on sekiz gün insan uyuyamazmış meğer. O da uyumaz... Gece olunca yatağında olduğunu düşündüğü mikroplara ilişmemek için... Yerde bir gazete kağıdının üstünde oturur gecelerce. Ve bir gece der ki “O gece bir ışık indi yatağımın üstüne, Mehmet ağabeyin yüzü belirdi, hadi Helin git o yatağa yat” dedi… Ve on sekiz günlük uykusuzlukla uzanır yatağına ve yaşamının en uzun uykusuna yürür…
Ama Helin eğlencelidir de... Yaş on sekiz, gençlik zorluyor olmazları bir yandan… Helin hastanede, hasta arkadaşlarını etrafına toplar onların ortalarına oturur, yanık sesiyle türküler söyler “karşıdan geliyor bir çift araba… Yıkıldı hanemiz yine kaldık haraba… Annen seni vermiş bir dil bilmez araba… Gelemez miydin, gelemez miydin… Ben de seni sevdim diyemez miydin…” Konseri bittiğinde bütün hastalar alkışlar bu güzel sevimli arkadaşlarını…
Artık iyileşmeye başlayan genç kız, bir gece odasını havalandırmak ister. İki arkadaşlardır. Sandalyeye çıkar, duvarın yukarısındaki pencereyi açmak için… Ancak sandalye devrilir… Çıkan ses çok gürültülüdür… Birden beyaz gömlekli üç intörn odaya dalarlar… Pencereden kaçmaya çalıştığını zannettikleri Helin’i yatırı ve elektrik kablolarına sararlar... Şok’tur bu işlemin adı... Helin bu ağır tedaviden çok sonra kendine gelir…
Hayata yeniden küser… Kimselerle konuşmaz ama bir şey yapacaktır genç kız… Hayatının ilk şiirini işte o günlerde orada yazacaktır ve iki şeye söz verir Helin yıllar sonra eğer bir oğlum olursa adını Mehmet koyacağım der. (Yıllar sonra bu dediğini yapacak ve tek oğlunun adını Mehmet koyacaktır). Ve bir gün bir şiirime şu dizeyle başlayacağım der ve ilk şiiri şu dizelerle başlar… Sislerin ardında Mehmet ağabey, ceylan gözlerinden yaşlar süzülürken; “Seni sevmek hep aklımda kaldı."
İhtimal

1 yorum:

  1. Bir gece sabaha karşı
    en kilitli kapılarım açılacak,
    yalnızlığımdan çıkıp gideceğim.

    Attila İlhan

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.