2 Ekim 2012 Salı

Türk Bilim Adamları - Oktay Sinanoğlu

Oktay Sinanoğlu, (d. 25 Şubat 1935, Bari - İtalya) Türk kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog. Babasının(Nüzhet Haşim Sinanoğlu) başkonsolos olarak görev yapmış olduğu Bari'de doğdu. 1939 yılında İtalya'da II.Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle  Türkiye'ye döndü.
Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi'ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya okumak üzere ABD'ye gitti. 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği'ni birincilikle bitirdi.

1957'de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. "Alfred Sloan" ödülünü aldı. 1959'da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley'de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960'ta Yale Üniversitesi'nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.

1960-61 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile "Doçent" oldu. 1963'te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 26 yaşında "tam profesör" unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi'nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir.

1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu'na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör unvanını verdi. Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'de Almanya'nın en yüksek "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'de Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.

Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.

1980'li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988'de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993'te Yale Üniversitesi'ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye'ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü'nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı.


Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir

Yaşamı boyunca Kuantum Mekaniği'ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M.Dirac'in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, "Kuantum mekaniğinde Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu.
Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir.

Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:

- Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı.

- Solvophobic Theory (1964) – Çözgen-iter kuramı.

- Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı.

- Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik

- Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.


Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (Hayatı) 1935′te doğan Sinanoğlu, 1953’te Yenişehir Lisesini burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti. 1956’da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.

1957’de Massachusetts Institute of Technology‘ yi ( MIT ) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek kimya Mühendisi oldu. 1960’ta Yale Üniversitesinde “asistant professor” (yardımcı doçent ) olarak çalışmaya başladı.

26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı ve “full professor” ( profesör ) ünvanını aldı. Bu ünvan ile modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesi tarihinin en genç profesörü oldu.

1964’te ODTÜ’ye danışman profesör oldu. Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu. (Watson ve Crick sarmal modelindeki DNA sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu keşfeden adam – solvofobik kuvvet) Amerikan Ulusal bilimler akademisine Üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu.

1 yorum:

  1. * Neden Türkiye’den bir Einstein çıkmıyor? * Can Dündar *

    Geçen ay bir anaokulunu ziyaret ettim. Sınıf öğretmenleri, çocukların bir yazarla tanışmasını istiyordu.
    5 yaşındakilere “Yazar ne iş yapar” diye sordu.
    Birkaçı el kaldırıp “Yazı yazar” dedi.
    “Peki şarkıcı ne iş yapar” diye sorunca tüm eller kalktı.
    Çocuk dünyasında yazarın yeri, şarkıcınınkinden çok gerideydi.
    * * *
    Yetişkinlerde de durum farklı değil.
    Bir Türk bilim adamının Nobel’e yürüyüşü, bir Türk popçunun Eurovision derecesi kadar önemsemiyor.
    Önceki gün bu sütunda yer verdiğim Ordinasyus Profesör Onur Güntürkün’ün “Almanya’nın Nobel’i”ni alması, Milliyet kadar diğer gazetelerin ilgisini çekmedi mesela...
    Bir bilim adamının, beynin sırlarını çözmesi, yolsuzluk hükümlüsü bir işadamının evlenmesi kadar haber olamadı.
    Yolsuzluk, bilimden çok prim yaparken, çocuklarımıza “Namuslu ol, ders çalış” dememiz işe yarar mı?
    * * *
    Kemal Yalçın, “Yaşama Gücü” kitabında Prof. Güntürkün’e “Neden Türkiye’den Einstein’lar yetişmiyor” diye sormuş. İki saptaması var, Türk bilim adamının:
    İlki, bu “rol model” meselesi...
    “Bir bilim insanı, kişiliğiyle, başarısıyla örnek alınır” diyor.
    Türkiye’nin öne, ekrana, manşete çıkardıklarına bakın; rol modellerin kimler olduğunu anlayabilirsiniz.
    * * *
    İkinci saptama:
    Eskiden Güntürkün de “Türkiye’nin araştırmaya verecek parası , bilim altyapısı, geleneği yok” diye düşünüyormuş.
    Şimdi “Bunlar safsata” diyor.
    İnternet çağında bilginin demokratikleştiğini, bilim yapmak için olağanüstü bütçe gerekmediğini, söylüyor.
    2006’da Boğaziçi, İstanbul, Ankara, Gazi, 9 Eylül, Ege gibi üniversitelerde çalıştığında bilimsel altyapıdan ve akademisyenlerin düzeyinden etkilenmiş.
    Ya gelenek?
    “16. yüzyıla kadar Türklerden de bilginler çıktı” diyor:
    “Ancak 18-19. asırlarda Avrupa’da Rönesans ve din reformu kiliseyi zayıflatırken, bilimin önünü açtı. Özgür düşünen, araştıran insan sayısı arttı. Osmanlı bu reformu yapamadıkça, bağnazlık yaygınlaştıkça, Batı’nın gerisinde kaldı. Cumhuriyet’le bilimin önü açıldıysa da 500 yılın açığı 50 yılda kapatılamadı.”
    * * *
    Yani bilim, paradan önce özgürlük istiyor.
    “Üniversite binası yapmakla, bilim gelişmiyor. Düşüncenin hür olmadığı ülkeden bilim insanı yetişmiyor.”
    Yine de Türkiye’nin giderek liberalleştiğini, bilimin önemini anlamaya başladığını söylüyor Güntürkün:
    “Kısıtlı olanaklarla, özveriyle bilim yapmaya çalışan insanlar var. Bilime yatırım yapılırsa, rekabet artırılıp akademisyenlerin ders yükü azaltılırsa, hızlı bir ilerleme sağlanabilir. Batı’dan gelen iyi yetişmiş bilim insanları, özellikle Doğu Anadolu’da kurulan yeni üniversitelerde kadro bulabiliyor. Belki bugün adını duymadığımız bu üniversiteler, hızla gelişebilir.”
    Biz de bilim insanlarının başarılarını sergileyip rol modeller yaratarak bu sürece destek olamaz mıyız?

    Muhteşem Yılmaz
    Sinemanın en önemli yönetmen ve oyuncularından biriydi Yılmaz Güney... Oysa hiçbir filmini TV’de göremiyoruz.
    Neden?
    104 filminin kopyaları yok edildi.
    Bazı filmleri hâlâ kayıp ya da yasaklı...
    Ali Eyüboğlu’nun röportajından öğrendik ki; eşi Fatoş Güney’in kurduğu “Yılmaz Güney Vakfı” ilgisizlikten kapanmış. Sansür aşılamadı. Müzesi kurulamadı.
    Bizse gazetelerde “Hangi karısını daha çok severdi” tartışması okuyoruz habire...
    Güney’i “ceddim” sayarak güncel deyişle söyleyeyim:
    “Biz öyle bir Yılmaz Güney tanımadık. Onun ömrünün büyük bölümü hapiste ve eylemde geçti.”
    Kadınları kadar, kültürel ve siyasal mirasıyla da ilgilensek?

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.