21 Mayıs 2012 Pazartesi

Abdüsselam (Pakistan - Nobel Ödüllü Fizik Bilgini)

Nobel ödülü olan ilk Müslüman ilim adamı olan Abdüsselam, 1926 yılında Pakistan sınırları dışında kalan Jhanga’da doğdu. Pakistanlı Fizik bilgini Abdüsselam, Pencap ve Cambridge Üniversitelerinden matematik ve fizik dallarında birinci olarak mezun oldu.
1951 yılında hazırladığı doktora teziyle kuantum elektrodinamiğine temel olacak bir çığır açtı. Aynı yıl Pencap Üniversitesi’ne profesör oldu. 1954 yılında Cambridge Üniversitesi’ne okutman tayin edilince, Pencap Üniversitesi’nden ayrıldı.

1957 yılında Londra Üniversitesi’ndeki İmperal College’e teorik fizik profesörü olarak tayin edildi. Bundan sonra Abdüsselam, dünya çapında pek çok akademi, çeşitli komisyon, ilmi dernek ve ilmi heyet üyeliklerinde bulundu. Aynı zamanda pek çok ilmi kuruluşun başkanlığına getirildi.

1970-1973 arasında Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nin Birleşmiş Milletler kurucu kurulu ve vakıf üyesi oldu. 1971-1972 ‘de Birleşmiş Milletler İlim ve Teknoloji Komitesi’ne başkanlık etti. 1972-1978 arasında Milletlerarası Sırfi ve Tatbiki Fizik Birliği’nin ikinci başkanlığını yaptı.

1976’ da Guthire Madalyası Armağanı, 1978’ de Accedamia Nazionaledi XL’ nin Malteuecci Madalyası, 1978’ de Amerikan Fizik Enstitüsü’nün John Terranca Tate Madalyası, gene 1978’ de İngiliz Kraliyet Akademisi’nin Kraliyet nişanını aldı. 1979’da ABD Milli Eğitim Akademisi ve İtalyan Milli Lincei Akademisi’ne yabancı üye seçildi. Aynı yıl Nobel Fizik Armağanı verildi. Ayrıca, biri 9 Eylül 1981’de İstanbul Üniversitesi tarafından olmak üzere, dünyanın çeşitli üniversitelerinden 15’ i aşkın fahri fen doktorluğu payesi aldı.

Bugün bir taraftan Londra Üniversitesi İmperial College ‘de teorik fizik profesörlüğünü (1957’den beri) sürdürürken, diğer taraftan da Trieste’deki Milletlerarası Fizik Merkezi’nin direktörlüğünü sürdürmektedir.
Hayatının bütün devreleri milletler arası başarılarla dolu olan Prof. Abdüsselam, ender yetişen İslam âlimlerinden birisidir.

Prof. Abdüsselam, 230’dan fazla orijinal çalışma yaptı. Bunlarda bir kısmını, aralarında birçok Türk fizikçilerinin de bulunduğu mesai arkadaşları ve öğrencileri ile hazırladı. Prof.Abdüsselam, bu çalışmalarında, İslamiyet’in ilme verdiği önemi bilen ve bütün ilimlerin kaynağı olduğuna inanan ve keşiflerini ona dayandıran bir Müslüman’dır.

Prof. Abdüsselam, ilimde örnek ve takdir edilecek bir çalışma gösterir. Müslümanların her şeyde olduğu gibi ilimde de öncü olmaları gerektiğini savunur. Allah’ın sanatını anlama gayreti olarak ifade eder hatta ona Nobel Armağanı kazandıran teorisini bile, ilahi sanatın bir kısmını anlayabilme lütfuna bağlar.
Profesör Abdüsselam ‘a Nobel armağanını kazandıran, zayıf ve elektromagnetik kuvvetlerin birleşik alan teorisidir. Bu teori, bir yandan öyar simetrisi prensibine, diğer yandan da simetrilerin kendiliklerinden bozulması prensibine dayanmaktaydı. Aynı teoriyi Selam-Weinberg teorisi adıyla tanındı. Tabiatta ilk bakışta mahiyeti itibari ile birbirinden farklı görünen dört çeşit etkileşme görülmektedir.
Bunlar:

1-Gravitasyon etkileşimleri,
2-Elektromagnetik etkileşmeler(nötronların beta bozunumlarında olduğu gibi),
3-Zayıf etkileşmeler(bunlar atom çekirdeklerinin yapı taşlarını bir arada tutmaktadır).
Teorik fizikçiler 1918’den beri, bu etkileşimlerden en az ikisinin veya hepsinin menşeinin aynı olduğunu ispat etmeye çalıştılar. Bu konuda Çalışmalar yapan Eintein, bu işe 35 yılını verdiği halde tatminkâr ve gözlemlere uygun düşen bir netice elde edememişti.

Eintein’in gerçekleştiremediği bu teoriyi Profesör Abdüsselam gerçekleştirdi:
İki ayrı tipten etkileşme aynı bir teorik model içerisinde deneylere uygun ve tatminkâr bir şekilde izah ve tasvir edilebiliyordu. Zayıf etkileşmeler ile elektromagnetik etkileşmeler aynı bir teorik çatı altında birleştirilebiliyordu. İşte Selam-Weinberg Teorisi’nin özü buydu. Abdüsselam, sadece fizikteki çalışmaları ile değil, idarecilik ve yöneticiliği ile de örnek gösterilebilecek bir şahsiyettir.
Abdüsselam, yapmış olduğu bu çalışmalarındaki başarısını İslam’a bağlar ve kâinattaki her şeyin kusursuz olduğunu ve bunun neticesinde Allah’ın varlığını inkâr etmenin mümkün olmadığını söyler. Müslümanları araştırmaya, akıllarını iyi bir şekilde kullanmaya çağırır. Bunun için bütün Müslümanları, bu gerçekler ışığında ilme gereken önemi vermelerini ve bugünkü geri kalmış durumlarından kurtulmaları gerektiğini söyler.

Prof. Abdüsselam, çalışkan olduğu kadar da dindardır. Başarılarında ve dindar olmasında babasının büyük rolü olduğunu söyler. Onu bu çalışma şevkini ve aşkını onun aşıladığını söyler. Babasının, dinine çok bağlı olduğunu, ilme ve ilim adamlarına büyük önem verdiğini ve tutumunun kendisi için örnek teşkil ettiğini söyler.

İlmi sahada Müslümanların öncü olmaları gerektiğini savunur. Çünkü batılıların Müslümanları aşağıladıklarını söyler. Bunun için Müslüman ülkelerin gelirlerinin bir kısmını ilmi çalışmalara ayırmakla, ilmi çalışmaları desteklemekle önemli ilerlemeler katedileceğini söyler.

Abdüsselam, Müslüman ilim adamlarının ferdi çalışmaları bırakıp bir birlik oluşturmalarını, bu sayede milletler arası camiada bir güç oluşturacaklarını ve daha güzel çalışmalar yapacaklarını belirtir. Tabii ki, bu başarılarının olabilmesi için de idarecilere büyük görev düştüğünü söyler. Geçmişte büyük başarılar gösteren ilim adamlarının yanında, onları destekleyen, himaye eden idareciler olduğunu söyler. İlmin, insanı imana götürdüğünü, yarım yamalak değil, tam ve gerçek olarak ilim yapan kimsenin inanmadan yapamayacağını belirtir.

Direktörlüğünü yaptığı Teorik Fizik Merkezi kanalıyla çeşitli ülkelerin özellikle gelişmekte olan ülkelerin fizikçilerine büyük imkânlar sağlamaktadır. Bilhassa Türk fizikçilerine özel ilgi ve imkânlar oldukça geniştir. Türk fizikçiler, yaptıkları 80 civarında orijinal çalışmayla bu desteğe layık olduklarını göstermişlerdir.

Profesör Abdüsselam milletlerarası ilmi kuruluşlarda tesirli bir organizatör ve idareci olarak da görev yaptı. Bu konudaki en büyük eseri ve 19 yıl kesintisiz olarak direktörlüğünü yürüttüğü Trieste’deki Teorik Fizik Merkezi’nin kurulması hususunda oldu.1960’ta Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı’nın genel konferansına Pakistan direktörü olarak katıldı. Bu merkezin kurulması gerektiği fikrini ilk defa ortaya attı. İlgilileri, dört sene boyunca ikna etmeye çalıştı.1964’te merkezin kurulmasını sağladı. Bu merkez İtalyan hükümeti ile Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı’nın patronajı altında kuruldu ve direktörlüğüne Prof. Abdüsselam getirildi.

Profesör Abdüsselam, fizik alanında büyük hizmetler yaptı. Bunlar tek kelime ile üstün ve ödüle layık hizmetlerdi. O fiziği, milletleri yaklaştırıp kaynaştırmada güçlü bir faktör olarak kullanmasını bildi. Profesör Abdüsselam, kesintisiz 19 yıldır Trieste Milletlerarası Teorik Fizik Merkezi direktörlüğünü yürütüyor. Merkez kanalı ile çeşitli ülkelerin, bilhassa gelişmekte olan ülkelerin fizikçilerine geniş imkânlar sağlıyor. Türk fizikçilerine yaptığı yardımlardan dolayı da İstanbul Üniversitesi, bu hizmetlerden dolayı Prof. Abdüsselam’a 09 Eylül 1981’de Fahri Fen Doktoru payesi vermiştir.

Optimum

1 yorum:

  1. * Neden Türkiye’den bir Einstein çıkmıyor? * Can Dündar *

    Geçen ay bir anaokulunu ziyaret ettim. Sınıf öğretmenleri, çocukların bir yazarla tanışmasını istiyordu.
    5 yaşındakilere “Yazar ne iş yapar” diye sordu.
    Birkaçı el kaldırıp “Yazı yazar” dedi.
    “Peki şarkıcı ne iş yapar” diye sorunca tüm eller kalktı.
    Çocuk dünyasında yazarın yeri, şarkıcınınkinden çok gerideydi.
    * * *
    Yetişkinlerde de durum farklı değil.
    Bir Türk bilim adamının Nobel’e yürüyüşü, bir Türk popçunun Eurovision derecesi kadar önemsemiyor.
    Önceki gün bu sütunda yer verdiğim Ordinasyus Profesör Onur Güntürkün’ün “Almanya’nın Nobel’i”ni alması, Milliyet kadar diğer gazetelerin ilgisini çekmedi mesela...
    Bir bilim adamının, beynin sırlarını çözmesi, yolsuzluk hükümlüsü bir işadamının evlenmesi kadar haber olamadı.
    Yolsuzluk, bilimden çok prim yaparken, çocuklarımıza “Namuslu ol, ders çalış” dememiz işe yarar mı?
    * * *
    Kemal Yalçın, “Yaşama Gücü” kitabında Prof. Güntürkün’e “Neden Türkiye’den Einstein’lar yetişmiyor” diye sormuş. İki saptaması var, Türk bilim adamının:
    İlki, bu “rol model” meselesi...
    “Bir bilim insanı, kişiliğiyle, başarısıyla örnek alınır” diyor.
    Türkiye’nin öne, ekrana, manşete çıkardıklarına bakın; rol modellerin kimler olduğunu anlayabilirsiniz.
    * * *
    İkinci saptama:
    Eskiden Güntürkün de “Türkiye’nin araştırmaya verecek parası , bilim altyapısı, geleneği yok” diye düşünüyormuş.
    Şimdi “Bunlar safsata” diyor.
    İnternet çağında bilginin demokratikleştiğini, bilim yapmak için olağanüstü bütçe gerekmediğini, söylüyor.
    2006’da Boğaziçi, İstanbul, Ankara, Gazi, 9 Eylül, Ege gibi üniversitelerde çalıştığında bilimsel altyapıdan ve akademisyenlerin düzeyinden etkilenmiş.
    Ya gelenek?
    “16. yüzyıla kadar Türklerden de bilginler çıktı” diyor:
    “Ancak 18-19. asırlarda Avrupa’da Rönesans ve din reformu kiliseyi zayıflatırken, bilimin önünü açtı. Özgür düşünen, araştıran insan sayısı arttı. Osmanlı bu reformu yapamadıkça, bağnazlık yaygınlaştıkça, Batı’nın gerisinde kaldı. Cumhuriyet’le bilimin önü açıldıysa da 500 yılın açığı 50 yılda kapatılamadı.”
    * * *
    Yani bilim, paradan önce özgürlük istiyor.
    “Üniversite binası yapmakla, bilim gelişmiyor. Düşüncenin hür olmadığı ülkeden bilim insanı yetişmiyor.”
    Yine de Türkiye’nin giderek liberalleştiğini, bilimin önemini anlamaya başladığını söylüyor Güntürkün:
    “Kısıtlı olanaklarla, özveriyle bilim yapmaya çalışan insanlar var. Bilime yatırım yapılırsa, rekabet artırılıp akademisyenlerin ders yükü azaltılırsa, hızlı bir ilerleme sağlanabilir. Batı’dan gelen iyi yetişmiş bilim insanları, özellikle Doğu Anadolu’da kurulan yeni üniversitelerde kadro bulabiliyor. Belki bugün adını duymadığımız bu üniversiteler, hızla gelişebilir.”
    Biz de bilim insanlarının başarılarını sergileyip rol modeller yaratarak bu sürece destek olamaz mıyız?

    Muhteşem Yılmaz
    Sinemanın en önemli yönetmen ve oyuncularından biriydi Yılmaz Güney... Oysa hiçbir filmini TV’de göremiyoruz.
    Neden?
    104 filminin kopyaları yok edildi.
    Bazı filmleri hâlâ kayıp ya da yasaklı...
    Ali Eyüboğlu’nun röportajından öğrendik ki; eşi Fatoş Güney’in kurduğu “Yılmaz Güney Vakfı” ilgisizlikten kapanmış. Sansür aşılamadı. Müzesi kurulamadı.
    Bizse gazetelerde “Hangi karısını daha çok severdi” tartışması okuyoruz habire...
    Güney’i “ceddim” sayarak güncel deyişle söyleyeyim:
    “Biz öyle bir Yılmaz Güney tanımadık. Onun ömrünün büyük bölümü hapiste ve eylemde geçti.”
    Kadınları kadar, kültürel ve siyasal mirasıyla da ilgilensek?

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.