5 Ocak 2013 Cumartesi

Kanserin Temel Sebepleri ve Çözümü

Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur.
Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?

Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır.
Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir. Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur.

Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür. Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:

Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.
Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Vücut şeker üretimi sağlamazsa kanserli hücreler kendisini beslemek için, Proteinlerden çeker. Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir.

Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker. Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.

Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir.

1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi. Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir. Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran
hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır.

İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin.

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.

Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." İbaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.

(Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).
Kaynak: International Wellness Directory

Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?
İngiltere'de 1815'de 5 kg civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970'de 50 kg 'ın üzerine çıkmıştır. 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.

Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.

Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;

* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.

* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.

* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.

* Bol taze sebze ve meyve yiyin.

* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı)

* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.

* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.

* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.

* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.

* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.

* Yeşil ve siyah çay tüketin. (şekersiz)

* Stresten uzak durun.

* İyi uyuyun.

* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.

* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.

* Yeteri derecede egzersiz yapın.

* Alkol kullanmayın.

* İşlenmiş soya ürünü yemeyin.

* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.

* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler.

* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin.
Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.

* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.

Prof. Dr. Ahmet Aydın

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı

3 yorum:

  1. Evrende her şey insan için haz objesidir. Ancak erdemle gelen bilgi arttıkça haz da artar.
    Bu nedenle yönelim hazza değil bilgiye olmalıdır.

    Epikuros - Düşünceler

    YanıtlaSil
  2. Japon bilim adamları, kanserle mücadelede umut veren yeni bir gelişmeye imza attı.

    BBC'nin haberine göre, bilim adamları, kansere ve AIDS'e saldırabilecek hücreleri laboratuvar ortamında çok büyük miktarlarda çoğalttı.

    Araştırmanın sonuçları "Cell Stem Cell" dergisinde yayımlandı.

    Japon bilim adamları, araştırma çerçevesinde sitotoksik T-hücresi olarak bilinen bir tür beyaz kan hücresine odaklandı.

    Hücrelerin yüzeylerinde enfeksiyon veya kanser bulgularını fark edebilen söz konusu hücrenin, bunu fark ettiğinde saldırıya geçtiği belirtildi.

    Tokyo Üniversitesi ve Riken Alerji ve İmmünoloji Araştırma Merkezi'nden ekipler, daha çok sayıda T-hücreleri yapmak için kök hücre teknolojisindeki gelişmeleri kullandı.

    Bir grup, hastanın cilt kanserini hedef alan T-hücrelerini ayıklarken, diğer grup da aynı şeyi AIDS için yaptı.

    Söz konusu T-hücreleri, önce laboratuvar ortamında çok büyük miktarlarda çoğaltılabilen kök hücrelere, daha sonra tekrar kanser ve AIDS'i hedef alma kabiliyetine sahip T-hücrelerine dönüştürüldü.

    T-hücrelerinin doğal hallerinde az sayıda oluştuklarına dikkati çekilirken, hastaya devasa miktarlarda T-hücresi enjekte edilmesinin, bağışıklık sistemini "turboşarj" etmesi umuluyor.

    Bilim adamlarının bundan sonraki adımı, söz konusu T-hücrelerinin vücuttaki tümör hücrelerini seçerek öldürüp öldüremeyeceğini test etmek olacak.

    Uzmanlar, çalışmanın sonuçlarını heyecan verici bulurken, herhangi bir tedavinin güvenlilirliğinin gösterilmesi gerektiğini belirtti.

    YanıtlaSil
  3. ‎'Dörtlü sarmal' DNA kanserde yeni umut

    İnsan hücrelerinde ilk kez 'dörtlü sarmal' yapıya sahip DNA'ya rastlandı. Dörtlü sarmal yapı, kanser hücrelerinin yayılmasını engellemekte yepyeni bir yöntemin keşfine yol açabilir.

    Bilim insanları, insan hücrelerinde ilk kez 'dörtlü sarmal' yapıya sahip DNA'ya rastladıklarını açıkladı.

    "Nature Genetics" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Cambridge Üniversitesi araştırmacıları, daha önce sadece ikili sarmal yapıya sahip olduğu düşünülen insan DNA'sında birbirine dolanmış dört DNA ipliğine rastladı. Hızla bölünen hücrelerde daha yaygın görülen dörtlü sarmal yapının, kanserle ilişkili olduğu düşünülüyor.

    Cambridge Üniversitesi Kimya Bölümü'nden Prof. Shankar Balasubramanian, dörtlü sarmal yapının hücre belirli bir genotipe sahip olduğunda ya da işlevinde bir bozukluk meydana geldiğinde ortaya çıktığını söyledi. Dörtlü sarmal yapı, DNA'yı bir arada tutan ve genetik kodu oluşturan dört bileşenden guaninin çok sayıda bulunduğu bölgelerde görülüyor. Yapıya bu nedenle G-dörtlü adı verildi.

    İnsan DNA'sında G-dörtlü yapıları bulmak için antikor proteinler rettiklerini ifade eden Prof. Balasubramanian, antikor proteinlerin G-dörtlü yapıları, hücrenin bölünmeden önce DNA'sını kopyaladığı sırada ortaya çıkardığını gösterdiğini söyledi.

    G-dörtlü yapıları ilaç benzeri moleküllere hapsettiklerinde hücre bölünme sürecinin de etkilendiğini belirten Prof. Balasubramanian, "G-dörtlü yapı, hücrenin çoğalmasıyla, dolayısıyla kanserde görülen kontrolsüz çoğalmayla ilişkili. Laboratuvarda yaptığımız deneylerde dörtlü sarmal yapıya sahip DNA'yı sentetik moleküllere hapsederek hücreleri ayırdık ve çoğalmalarını kontrol altına aldık. Bu da kanserli hücrelerin yayılmasını önleyen sentetik moleküllerin üretilebileceğinin ilk işareti" dedi.

    Balasubramanian, "Dörtlü sarmal yapı, kanser hücrelerinin yayılmasını engellemekte yepyeni bir yöntemin keşfine yol açabilir. Bu yapıları kontrol altına alarak kanserli hücrelerin bölünmesini durdurabilir, böylece kanseri tedavi edebiliriz" dedi.

    DNA'nın ikili sarmal yapısı, ilk kez 1953 yılında Francis Crick ve James Watson tarafından keşfedilmişti.

    YanıtlaSil

Yorum yapmak ve siteye üye olmak isteyenler, Gmail hesabı ile siteye üye olabilir, Sitede yorum bölümünde, “yorumlama biçimi” yazan butondan “Google hesabı” yazanı seçerek yorumunuzu yazabilirsiniz.

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.